Müziğin iyileştirici gücünü birçok kişiden
duymuştum. Bu hikayeyi de bizzat yaşayan kişinin ağzından dinledim. “ Eğer" diyordu,
"Mozart’ın müziğini keşfetmemiş olsaydım, O karanlık dönemden sağ çıkamazdım.
Sağ çıksam bile o ruh haliyle asla normal bir yaşama dönemezdim” Saadet’in bana
anlattıklarını olduğu gibi aktarıyorum:
12 Eylül’ün Gölgesinde yaşamak
Malum yıllar; Saadet, 12 Eylül’ün o karanlık
günlerinde, karanlığa teslim olmamak için küçük de olsa bir şeyler yapma
sevdasında. Yirmi yaşının verdiği enerjiye rağmen, içinde çoğalan isyan duygusunu
bastırmak, siyasal tercihlerini komşularından, tanıdıklarından gizlemek zorunda…
Arkadaş seçerken daha seçici, daha dikkatli olmalı… Bu yüzden arkadaş edinmekte
zorlanıyor, yalnızlığı daha katlanılmaz oluyor. Ruhuna ters gelen bu gizlilik, O’nda ağır bir
kişilik bölünmesi yaratırken, ender olarak gördüğü, ama hiç sohbet etmediği,
insanlardan illegal yazıları alıp, hiç tanımadığı, gerçek adını bilmediği
insanlara teslim etmekten başka bir şey gelmiyor elinden…
Diktatörlüğe karşı duruş
Saadet, askeri diktatörlüğe teslim olmadığını
düşünse de; hayalini kurduğu gelecekten giderek uzaklaştığını, kendisini, daha karanlık
ve belirsiz günlerin beklediğini görüyor; Kendini, amaçsız ve bomboş
hissediyordu. Düzenli işinin olması bile, zamanının tümünü doldurmaya yetmiyor,
aradaki boşluğu, uzun yürüyüşler yaparak, yeni çıkan romanları okuyarak
doldurmaya çalışıyordu.
İki aydır çalıştığı iş yerinden ikinci maaşını
aldığı o cuma akşamı, iş çıkışı, AKM’nin önünü
kalabalık görünce, merakla yanlarına giderek neden toplandıklarını anlamaya
çalıştı. Kalabalık, kendisiyle kıyaslanamayacak kadar şık, bakımlı insanlardan
oluşuyordu. Ama rüküş değillerdi. Üzerlerindeki giysilerin, sade ama pahalı
olduğunu fark etmemek mümkün değildi. Konser saatini beklediklerini öğrenince,
topluluğun aristokrat ve elitlerden oluştuğunu düşündü. “Seçkin” olduğunu
düşündüğü insanların arasında göze batmamaya çalışarak 3. balkon bileti satın
aldı. Oysa göze batmaması imkansızdı, ucuz giysileri, topuğu aşınmış ayakkabısı
ile temiz ve bakımlı kadınların arasında iğreti duruyordu. Bir iki kadının
kendisini tepeden tırnağa süzdüğünü fark edince, oyalanmadan 3. kata çıkıp,
gözlerinden uzaklaştı. O güne kadar, ne zenginlerin, ne de orta sınıfın arasına
girmediği için yoksulluğunun o kadar farkına varmamıştı.
Buna rağmen, çok fazla takılmadı Saadet, bu
durumuna. Balkondan sahneyi görmeye çalışarak, ilk kez canlı olarak dinlediği
klasik müzik konserinin tadını çıkarmaya hazırlandı. Karanlıkta herkes
birbirine benziyor nasılsa… Müzik başlayınca; ruhunun bedeninden çıkarak,
hafiflediğini, hayatına yeni bir aşkın merhaba dediğini duydu Saadet… Müzik O’nu
öylesine alıp sarmaladı ki, cesaretini toplayıp, bazılarının elinde gördüğü
broşürü elde etmek için sahne arası verilir verilmez iki kat aşağı inerek,
bedava dağıtılan broşürden aldı.
Sanki ruhu çiçek açmıştı
Saadet,
broşürü okuyunca, dinlediği parçanın, tanınmış besteci Mozart’a ait
olduğunu öğrendi. İkinci bölüm başladığında; Mozart’ın bestesinde başka bir
dünyayı keşfederken, kendisini bu kadar çok etkileyen bu müzikle, daha önce karşılaşmadığı
için hayıflandı.
Sadece, radyodan duyduğu, beğeniyle dinlediği müziğin bestecisinin kim olduğunu öğrenmek için neden çaba harcamadığını soruyor kendine. Tüm güzellikleri görmeden koştuğunu hatırlatırcasına; Mozart'ın büyüleyici bestesi, davulları ile finale girerken, davulların yüreğinde çaldığını sanıyor Saadet. Mozart O'nunla dalga geçiyor, kahkahası rüzgara takılmış kavak yaprakları gibi ruhunu serinletiyor. Yeni bir dünya ile tanışmış olmanın sevinciyle, uzun zamandan beri ilk kez yüreği dolu dönüyor evine.
Sadece, radyodan duyduğu, beğeniyle dinlediği müziğin bestecisinin kim olduğunu öğrenmek için neden çaba harcamadığını soruyor kendine. Tüm güzellikleri görmeden koştuğunu hatırlatırcasına; Mozart'ın büyüleyici bestesi, davulları ile finale girerken, davulların yüreğinde çaldığını sanıyor Saadet. Mozart O'nunla dalga geçiyor, kahkahası rüzgara takılmış kavak yaprakları gibi ruhunu serinletiyor. Yeni bir dünya ile tanışmış olmanın sevinciyle, uzun zamandan beri ilk kez yüreği dolu dönüyor evine.
Aynı Akşam, Yaşadığı Sokak Şiire dönüştü
Evine yaklaştığında, kendini kapana kısılmış gibi
hissettiği sokak, beyninde yeniden tanımlanıyor. Yedikule’nin bu kenar
mahallesinde; yaşadığı sokağın, birbirine bitişik evleriyle, eski ve yeni
binaların iç içe geçerek kaynaşmasıyla, dışarıdan bakıldığında tek bir blok
şeklinde hilkat garibesine benzeyen görünümüyle diğer sokaklardan çok farklı
olduğunu hissediyor…
Mozart’ın müziği O’na yalnızca müziği değil, şiiri de getirdi sanki, her
şey kafasında yeniden tanımlanmaya hazır bekliyor.
O günden sonra, ne o sokak sıradan bir mahalle
sokağı, ne Saadet eski Saadet olarak kalabildi. Sokak, Saadet ile birlikte
nefes alıp, vermeye başlayan canlı bir organizmaya dönüşürken, genç insanların
hayallerine, aşklarına tanık olacak, yeni sırlarını biriktirecekti. Artık O,
gizemli bir büyünün içinde, yeniden hayat bulmuştu.
Kadim Surlar, Tren İstasyonu ve Deniz, büyülü değişimi tamamlamak için
oradaydılar…
Sokak, tren yolu ile eski bir otobüs garajı
arasında sıkışıp kalmıştı. Burada yaşayanlar boşluklara karşı savaş açmışlardı
sanki, ve bu yüzden her şey sıkış, sıkıştı. Tren yolunun diğer tarafında sokağı
koruyan sur yükseliyordu. Sokağın denize yolu; önce tren yolu ile
kesilmiş, göğe doğru yükselen surlar da, denizi,
sokak sakinlerinin gözlerinden gizlemişti.
Surlar yıkılsa, sokak tutsaklığından kurtulacaktı sanki. Sokağın, diğer sokaklara çıkışını sağlayan her iki ucunda, birbirini gören iki yalnız elektrik direği, sokağın giriş ve çıkış yolunu aydınlatarak, karanlıkta dimdik yükseliyordu. Her giriş, bir başlangıç, her giriş bir sondu. Hangisinin başlangıç ve son olacağını belirleyen sokağın yolcusuydu. Hangisinden girerse başlangıç oydu. Sokağın yazgısı, yolcusunun elindeydi.
Surlar yıkılsa, sokak tutsaklığından kurtulacaktı sanki. Sokağın, diğer sokaklara çıkışını sağlayan her iki ucunda, birbirini gören iki yalnız elektrik direği, sokağın giriş ve çıkış yolunu aydınlatarak, karanlıkta dimdik yükseliyordu. Her giriş, bir başlangıç, her giriş bir sondu. Hangisinin başlangıç ve son olacağını belirleyen sokağın yolcusuydu. Hangisinden girerse başlangıç oydu. Sokağın yazgısı, yolcusunun elindeydi.
Yolcusunun değişen tercihlerine göre, biri
karşılayan, diğeri uğurlayandı… “Hoş geldin” “Güle güle”
Sıraya girsene!
Cuma akşamları, bazı günler ekmek almak için bile
bulamadığı parayı, konser için ayırmayı alışkanlık haline getiren Saadet,
biletini alıp, görünmez olmaya çalışarak üçüncü balkondan dinliyor konserleri,
ta ki bir akşamüstü dalgınlıkla kuyruktakileri görmeden gişeye ulaştığı o güne
kadar.
O gün, hava çok soğuk, yalnızlığının ve mutsuzluğunun
dibe vurduğu bir Cuma akşamı;
Kuyrukta bekleyen orta yaşı geçmiş kadının sesiyle
kendine geliyor: - Sıraya girsene! Başını çevirdiğinde, arkasında uzun bir sıra
olduğunu fark edip, çok utanıyor, “- özür dilerim, fark etmedim.” diyor. Ama
kadın, Onun ezildiğini fark edip, kendinin güçlü ve farklı olduğunu Saadet’in
gözüne sokarcasına, aşağılayıcı ses tonuyla;
– Bir de
utanmadan yalan söylüyor, şuna bakın hele! diye devam ediyor.
Saadet, perişan, -“hayır, yalan söylemiyorum,
demeye çalışıyor ama kadın söylenmeye devam ediyor. Saadet, müzik gibi
evrensel, barışçıl bir dili izlemeye gelmiş birinin bu kadar kaba olmasına
şaşırmış, hayal kırıklığı yaşarken, genç bir çocuğun “- tamam yeter, uzatmayın
artık, neden yalan söylesin” dediğini işitiyor. Diğerlerinin suskunluğunu,
kadına hak vermiş olmalarına bağlayarak; bu elit kalabalıktan boğulur gibi
olurken, İçinden ‘ burada da insan varmış, çok şükür,’ diye geçiriyor. Ama
İnsan bulmak; O’nun biraz önce hayal kırıklığıyla tutmaya çalıştığı
gözyaşlarını sevinçten dışarı salabilir. O gencin varlığı bir umut onun için,
umutsuz anda gelen. Hemen kayboluyor oradan. Kimsenin yüzüne bakmadan, yok
oluyor. Aşağılandığı o anı unutmak istiyor, yoksa içinde yeni keşfettiği müziği
kirletebilirler.
Sevmek için Devrim’i beklemesi gerekmiyor muş…
AKM önünde hayal kırıklığı yaşasa da, sokağa
girmeden önce gördüğü elektrik direği,
O’na “hoş geldin” diyor. Evinde, güvende…
İstanbul’un her yeri tuzak ama burası
O’nun için kimsenin ulaşamayacağı bir sığınak oldu
artık. İnsanlarını tanıyor, bakkal,
yumurta ve ekmekten başka bir şey almadığı halde,
onu her görüşünde dostça;
“-günaydın”
diyor. “ Sen, gelince, dükkan doluyor,” diyor. Ayaklarının uğurlu olduğunu,
başkalarına uğur getirdiğini ilk kez orada duyuyor.
İnanmasa da içini ısıtıyor bu sözler.
Hasan Amca, pencereden gülümseyerek bakıyor. Artık
pencereden kafasını uzatıp, birilerini bekleyen insanlar için O da görünür
oldu. Zaman görünür olmak zamanı değil,
ama bu görünürlük; örgütle tanıştığından beri ilk
kez O’na etiyle, kanıyla insan olduğunu
hatırlattı. Kendini sadece militan, komünist gibi
bir kimliğe hapsettiğini, başka insanlar
tarafından sevilebileceği gibi, kendisinin de başka
insanları sevebileceğini fark etti.
Yüreğinin kocaman bir mekan olduğunu, o mekana
sevgiyle gelen her şeyi sığdırılabileceğini, insanlaştığını, ete kemiğe
büründüğünü hissetti.
Dönemin verdiği güvensizlikle kapadığı kapılarını, müziğin yarattığı
evrensel güçle insanlara açtı… Ve Saadet artık
biliyordu ki; Kapılar bir kez
açıldığında, sevinç kadar kedere de gebedir. Kimse kederi düşünerek açmasa da
kapısını; Her şey, zıddını var ettikçe var olacaktır evrende.
Yorumlar
Yorum Gönder