Ana içeriğe atla

BENİM MAHALLEM




14/8/2012 YERELHABER 
BENİM MAHALLEM

İkindi vakti komşum seslendi:  “- çay demledim, hadi gel.” Alışkanlık haline geldi bizde; Yazın sıcağında bahçedeki üzüm asması ile oluşturulmuş kameriyenin altında yaptığımız çay sohbetleri…
Öyle sadece çay içip dedikodu yaptığımızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz.
Öncelikle birbirimizi canı gönülden dinliyoruz bir kere, bazen tatlı, tatlı tartışıyoruz, hepimizin huyu, düşüncesi farklı nede olsa… Ama kimse bir diğerinin sözünü kesmediği gibi, kalıplaşmış önyargıları olmadığı için
anlamaya çalışır sevgili komşusunun ne demek istediğini. Farklılıklarının neler olduğunu anlatırsam daha iyi anlayacaksınız ne demek istediğimi;
Bahçesinde toplanmayı sevdiğimiz komşumuzun adı Şükriye. Çerkez kızı olduğundan mıdır nedir, pek bir hamarattır kendisi, işten güçten üşenmediği için misafir falan korkutmaz onu. İçi dışı birdir, düşündüğünü pat diye söyler ama onu tanıdıkları için kimse incinmez. İnançlı bir Müslüman’dır. Namazını, orucunu tutar, zekatını mutlaka ihtiyacı olanı bulup, incitmeden verir, kimsenin hakkında arkasından tek kelime bile dedikodu yapmaz. Her sabah, kapısının önüne hayvanlar içsin diye bir kova su koymayı da unutmaz. Üç çocuk büyütüp, üçünü de evlendirmiş ve onlardan da torun sahibi olmuştur. Kocası erken vefat ettiği için yalnız yaşamaktadır ama kocaman bir mahallesi vardır. Çocuklar bayramdan bayrama ziyaretine gelirler.
Mari ise çekingen, yumuşak huylu bir Ermeni kızıdır. Mahallemize gelin geleli 15 yıl oldu. Çayların yanında onun yaptığı paskalya çöreklerini iştahla yerken, onu böylesine çekingen yapan hüzünlü hikayesini dinler,
Bir anlık sessizliğe gömülürüz. Çünkü hepimizin gözleri dolmuştur.
Zerrin ise yıllarca Alevi olduğunu sakladıktan sonra, mahalledeki samimiyeti ve dostluğu görünce cesaret bulmuş ve bu kadar güzel insanların alevi olduğu için onu dışlamayacaklarını düşünmüş ve haklı çıkmış. Komşuları önce “bugüne kadar Sünni Müslüman rolü yaparmış meğer.” Diye düşünmüşler. Önce şaşırmışlar ve kendilerini, aldatılmış hissetmişler ama, bir dönem Alevi olanlara yapılanları öğrenince
anlayışla karşılamışlar Zerrin’i. Alevilerin ibadetlerinin farklı olduğunu da o zaman öğrenmişler.  En çok da Şükriye Hanım anlamış onu. Ters bir şey söyleyenleri susturmuş ve Zerrin’nin dışlanmasına izin vermemiş.
Ama en taze hikaye de kalabalık bir aşiret halinde memleketi Ağrı’dan sürgün gelen Aylin’nin hikayesi imiş. Abisinin birini dağda, birini askerde
Kaybetmiş. Sekiz çocuklu ailenin dört kızından biri. Çok genç olmasına rağmen o da katılmış bu kadınların arasına. Geldiğinde okuma, yazması da yokmuş ama emekli öğretmen olan komşuları Halise ona okuma yazmayı öğretmiş. Her şeyi sorgulayan, merak eden çok akıllı bir kızmış. Bir gün dayanamayıp Şükriye teyzesine “Allah’a küs olduğunu “ söylemiş, nedenlerini de bir bir anlatmış. Şükriye teyzesi onu can kulağıyla dinledikten sonra “ Allah’ın sorgusuz sualsiz inananlardan çok, sorgulayıp, araştırıp, bilerek ona gelenleri daha çok sevdiğini” söylemiş.
Bu mahallede, kimse süpermarkete gitmezmiş. Çünkü; Laz Bakkal’ın kapısı herkese açıkmış. Veresiye verdiği zaman da kimseyi sık boğaz etmezmiş. Mahallenin her türlü tamir, tadilat işlerini de Kürt İdris halledermiş. Ama hepsinden güzeli bu mahallenin bayramları bitmezmiş;
Ramazan( şeker), Kurban bayramları, Paskalya, Yılbaşı kutlamaları hep birlikte yapılırmış… Mahalleye temizlikçi, çöpçü falan da girmezmiş; çünkü
Mahallede herkes kapısının önünü iyice temizlediği için pislik de olmazmış.
Öyle yerde çer, çöp, çekirdek, poşet falan da birikmezmiş. Her yıl ekim ve Mart ayında mahalleli toplanır, tüm mahallenin sokaklarını çiçeklerle donatırlarmış…

Kimsenin kimseyi yargılamadığı, “ötekileştirmediği” bir yer benim mahallem… Sizler de  böyle bir mahallede yaşamak ister miydiniz?

Akçakoca’da bir mahalle bana umut veriyor. Akçakoca’da ilk kez bir mahallenin ( Yukarı mahalle) Ramazan’da imece usulü hazırlanarak iftar yaptıklarına tanık oldum. Akçakoca’da gördüğüm en güzel paylaşımdı.
Ve böyle bir mahallenin yukarıda hayal ettiğim paylaşımları da yaşayabileceğini düşündüm.
Evet, bir hayalim var; farklılıklarımızla barış içinde birlikte olduğumuz, doğayı ve tüm canlıları koruyabildiğimiz bir yerde yaşamak …
Bayramlarınız bol, sohbetiniz tatlı, gönlünüz açık olsun…


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Emine Hatun’un Dileği

Emine Hatun, sabah ezanıyla birlikte uyandı, sabah namazını kıldıktan sonra her zamanki işine koyuldu.   Elinde zorlukla taşıdığı belli olan su bidonu ile ayaklarını sürüyerek, sokağın köşesine daha önce koyduğu su kabını doldurdu.   Komşuları,  önceleri su kaplarından şikayet etseler de zaman içerisinde ya alışmışlar, ya da insafa gelmişlerdi. Yüreklerinin bir yerlerinde, yıllardır tuhaf gözüyle baktıkları bu kadının Allah’a kendilerinden daha yakın olduğunu hissediyorlardı. O sabah her zamankinden daha yorgun hissediyordu kendini. Ama yine de iki ay önce doğum yapmış köpeğin yavrularını beslemeliydi.   Annenin sütü yetmiyordu. Komşular söylenmeye başlamışlardı yine.  “Onlara yemek verip, onları buraya sen alıştırıyorsun” diyorlardı.   O’da sıkılarak, “Onları ben getirmedim ki, anne köpek doğum yapacak başka yer bulamamış buraya doğurmuş, yakında belediyeden gelip alacaklar” diye cevap vermesine rağmen, belediyenin barınağında yavruların has...

KARADENİZİN KIYICIĞINDA-RIFAT ILGAZ

“Karadeniz’ in Kıyıcığında”ki   şehir ile tokat gibi yüzleşme Edebiyat sohbetlerinde, ne zaman Akçakoca’nın bahsi geçse, karşılaştığım   ilk soru oydu;   “Sizin oralarda, öğretmenlik yapan Rıfat Ilgaz,   Karadeniz’in Kıyıcığında romanında Akçakoca’yı anlatmış, okudun mu? Okumadım…   Her seferinde, kitapçı   dükkanlarında arayıp, bulduktan sonra, sayfalarını karıştırıp, raftaki yerine koyup, başka kitap alıp çıktım dükkandan… Yıllar sonra tekrar aynı soru çıktı karşıma, daha okumadan bir kitabı mahkum etmiştim sanki.   Kendimi suçlu hissetmeye, zorla da olsa okumaya karar vermiştim ki; yeni gelen Kaymakam Bey’in   de o kitap ile Akçakoca’yı keşfetme yolculuğuna çıktığını görünce, kararımı hızlandırdım. Kitap iki günde bitti… Bitirdiğimde suratıma okkalı bir tokat yemiş gibi oldum.   “Uzak durmamın bir nedeni varmış “ diye düşündüm.   Yazar Rıfat Ilgaz, 1930’lı yıllarda öğretmenlik yapmış buralarda… Dibine vurmuş   y...

MENDRAŞENMENDRA SERİSİNİN 2. KİTABI YOLUN SONU ÇIKTI

  Kurgu roman ve felsefe sever dostlarım, #YOLUNSONU romanımı  @40kitap_  yayınevinden %50 indirimli olarak alabilirsiniz. #kitapsevgisi  #ütopyalargüzeldir  #ütopya  #YOLUNSONU  #mendraşenmendrayayolculuk ÖNSÖZ Hayallerimin peşine takılınca kendimi uzak mı uzak bir galakside buldum. O kadar uzaktı ki, galaksinin adını Mendraşenmendra [N1]   koydum. Sonra insanları oraya göndermek istediğimde Einstein’ın hayalleri yol gösterse de, ışık tayfıyla uçabileceğimi fark ettim. Ama uçmadan önce Dünya’da keşfedilmesi gereken şeyler, atılması gereken adımlar vardı. Bu yüzden hikâyeyi ikiye böldüm.   “Mendraşenmendra’ya Yolculuk” romanımda gençlerin arayışlarını, keşiflerini, yaşamı anlama çabalarını yazarken, içimdeki ses onlara şöyle sesleniyordu: Hadi Gidelim! Timya, kuzeydeki bir ülkeden, kafasındaki binlerce sorunun cevabını bulmak için peşini bırakmayan köpeği Dago ile birlikte yolculuğa çıkarken, Nisa, benzeri nedenlerle batıdan yola çı...