ÖNSÖZ
Hayallerimin peşine
takılınca kendimi uzak mı uzak bir galakside buldum. O kadar uzaktı ki,
galaksinin adını Mendraşenmendra[N1]
koydum.
Sonra insanları oraya
göndermek istediğimde Einstein’ın hayalleri yol gösterse de, ışık tayfıyla
uçabileceğimi fark ettim. Ama uçmadan önce Dünya’da keşfedilmesi gereken
şeyler, atılması gereken adımlar vardı. Bu yüzden hikâyeyi ikiye böldüm.
“Mendraşenmendra’ya Yolculuk” romanımda
gençlerin arayışlarını, keşiflerini, yaşamı anlama çabalarını yazarken,
içimdeki ses onlara şöyle sesleniyordu: Hadi
Gidelim!
Timya, kuzeydeki bir
ülkeden, kafasındaki binlerce sorunun cevabını bulmak için peşini bırakmayan
köpeği Dago ile birlikte yolculuğa çıkarken, Nisa, benzeri nedenlerle batıdan
yola çıkmıştı. Yolculukları boyunca; insanlığın doğayla, kendileriyle olan
kavgalarına ve yardımlaşmalarına tanık olmuşlar, yol onları tahmin etmedikleri
serüvenlere sürüklemişti. Kendileriyle ilgili çok önemli bilgilere
ulaştıklarında ise, öğrendikleri, yaşamları boyunca inandıkları her şeyi
değiştirecekti.
Onları, insanlığın
bitmeyen savaşlarından, zalimliğinden uzak, bambaşka bir dünyaya götürmek
istedim.
Dünya düzeni, insanların
seçimlerine göre şekilleniyordu; “İyi ve Kötü” kavramları bile yer
değiştiriyor, ilkel olan, medeni, medeni olan ilkel olabiliyordu. İnsanlığın
gel-gitlerle dolu tarihi sürekli tekerrür ederken, onları merakla izleyen dünya
dışı canlılar vardı.
İnsanlık, dünya dışı
canlıların tehlikeli olup olmadığını tartışa dursun asıl tehlikeyi kendi içinde
barındırıyordu: Coi (Council of
the immortals-Ölümsüzler Konseyi) güçlendikçe dünyanın tamamını ele
geçirirken, Nefes Kardeşliği, insanlar da dahil tüm canlılara nefes
alacak alan açmak için örgütlenmeye başlamıştı.
Mendraşenmendra’ya
Yolculuk kitabımın devamı olan “Yolun Sonu “ romanım ise üç bölümden
oluşmaktadır.
Birinci
bölüm; Mendraşenmendra Galaksisi adını verdiğim Hayal Ülkesi’ni,
Mendraşenmendra’nın formülü ile insanlığın kurtulabileceğini ve başka bir
dünyanın mümkün olduğunu anlatan bir ütopya.
Bu Ütopya’da, Nana
Gezegeni, uydusu Ekule ve Mohti İstasyonu’nda; Didilerin, tarihten çıkardıkları
dersler sonrasında, sürdürülebilir bir barış ve uyum içinde yaşadıklarını
anlattım.
Her canlının birbirine
saygılı olduğu bir sosyal düzenin nasıl oluşturulabileceğine dair cevaplar ararken
yoluma çıkan Spinoza, Kant ve adını sayamayacağım filozoflarla tartışırken
kendimi yapay zekânın henüz üretilmemiş formunun içinde buldum. Bu yapay zekâ
öyle tasarlanmıştı ki; herkesin karakter
özelliklerini hafızasına ekleyerek, tercihlerine dokunmadan, bir diğerine zarar
vermeyecek çözümü bulmakta giderek ustalaşabiliyordu.
Çok canın bilgisini alarak,
yaşamın adil bir şekilde düzenlenmesine yardım ettiği için ona çok can anlamına
gelen Didoşuri adını verdim.
Unutmak mı, Hatırlamak mı?
Dünya’dan gelen Poppy unutmayı,
Komendera hatırlamayı seçerek, karşılığında ödeyecekleri bedele hazır olup
olmadıkları konusunda kendileriyle yüzleştiklerinde; “Ben olsaydım, hangisini
seçerdim?” sorusu, başka bir evrene yolculuğun ötesinde insanın kendisine
yapacağı yolcuğun da önemli olduğunu hatırlatıyor.
Dünya’dakinden çok daha
gelişmiş işletim sistemi DİDOŞURİ’nin “Hayal
Ülkesini” ustalıkla yönettiğini ve oradaki yaşamı nasıl kolaylaştırdığını
anlatırken, sorunun yapay zekâda mı yoksa insanda mı olduğunu sorguluyoruz.
İkinci
bölüm; Ğorğona
Gemisi ile uzun bir seyahate çıkan Timya’nın sürprizlerle dolu
karşılaşmalarının hayatını nasıl değiştirdiğine tanık oluyoruz. Gölgesi onu ele
geçirirken, bambaşka bir Timya ile karşılaşıyoruz.
Karada ise karanlık bir
güç giderek büyümektedir.
Üçüncü
Bölüm; Yolun Sonu’nda, İnsanların Dünya’da yaşam formları
yok olurken kendi küçük dünyalarında debelenmeleri, doymak bilmeyen hırsları
oldukça tanıdık gelecek.
Didiler,
İnsanlarla ortak olan yanlarını ve farklılıklarını keşfederlerken, İnsanlar,
seçimlerinin sonuçlarıyla yüzleşecekler ve sorgulayacaklar.
“İnsan
soyu Platon’un mağarasından çıkabilecek mi?
“İnsanı
nasıl bir evrim bekliyor?
“Kaos,
sadece küçük bir hesap hatası mıdır?”
Sade
ve sıradan bir kurguyla anlatmaya özen gösterdiğim her iki romanımı yazmamın
ana nedeni; düşünürlerin, sadece küçük bir gurubun anlayabildiği insanlık
tarihine dair gözlemlerini çok daha geniş kitleyle paylaşabilmek.
Düşünme
yetisi, uykudan uyanırken tavanda gördüğümüz küçük bir karartı üzerine hayal
kurarak başlar, sorularla gelişir, akılla kazanılır.
Bugüne kadar İnsanlığın kendi
sonunu hazırladığına dair çok şey yazıldı, söylendi… Bütün yaşamım bunu dert
edinmekle geçti. Barış Gezegeni’ni Dünya’da kurduğumuzu hayal etmeden
duramadığım için, benzer hayalleri olan insanlara ulaşmak için yazdım.
[N1]Mendraşenmendra
lazca : uzaktan da uzak
Yorumlar
Yorum Gönder