Yıllar önce yazdığım aşağıdaki yazıma bugün bir roman yazarak cevabımı verdim. Kitabıma aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz. Ayrıca D&R , hepsiburada,vb. Sitelerde kitabın ismiyle ararsanız ulaşabilirsiniz.
https://www.idefix.com/Kitap/Mendrasenmendraya-Yolculuk/Edebiyat/Roman/Turkiye-Roman/urunno=0001952351001
NEREDEYSE YAZMAKTAN VAZGEÇMEYİ DÜŞÜNDÜĞÜM O YAZI
YAZMAK; sürekli bir uğraştır. Vazgeçtiğin an hikaye senden giderek uzaklaşır...
İnsanın iç hesaplaşması olan şeyleri bloglar aracılığıyla ortalığa saçmasına hep hayretle bakarken, bir de baktım ki ben de onlardan biri olma yolunda hızla ilerliyorum.
Bu artık, kimse okusun veya okumasın yüksek sesle kendini anlatma durumu olarak mı tanımlanır, kestiremiyorum. Ama, artık kendime kızmaya başladığımı hissediyorum ve herkesten, hatta kendimden bile gizlediğim şeyleri buraya yazarak, kendimden intikam alıyorum sanki... Çünkü, 2007 yılından beri başladığım üç ayrı hikaye öyle ağır ilerliyor ki, artık kendime itiraf edip o bitmeyen hikayeleri çöpe atmam gerekiyor.
“Hafif acılar konuşulabilir ama derin acılar dilsizdir.” Seneca
Kırk yıldır yazar olmak, başkalarının öykülerini anlatarak, çıkmadığım yollara düşerek, ıssızlığımdan kurtulmak isterim. Hep bir gün yazmayı hayal ederek yaşamak, bunu yapmaktan kolay geldi. Başarılı olabileceğim başka meslekler varken başarısız olacağımı bile, bile yazmakta ısrar etmenin mantıklı bir tarafı yoktu. Sürekli bahaneler yaratarak, daha önce hayal bile etmediğim bir alanda uzmanlaşarak hayatımı kazandım… Yıllar, yıllar geçti…
Nihayet kendimle yüzleşme vakti geldi… Yaşlılık aylığı olarak bağlanan emekli maaşıma kavuştuğumda, hiç denemeden vazgeçmenin yaşamdaki duruşuma ters düştüğüne karar verip, yazmaya karar verdim…
Yazdım... yazdım... yazdım... Aynı anda birbirinden farklı üç hikayeye başladım.
Sonra, tek satır bile yazamadan günler geçti. Sağduyum bu yüzleşmeden
rahatsız olmuştu… Yalnız başına yaptığım yürüyüşleri arttırdıkça, hayalimde yazdığım hikayeleri, bir türlü yazıya dökemediğim hikayelerden daha çok sevmeye başladım. Bu yürüyüşlerin her biri, bir başka hikaye ile bitiyordu. Üstelik sadece bana aitti. Kem gözlerden, korkunç eleştirmenlerden uzaktı. Kimse dokunamaz, hiçbir yerini değiştiremezdi. Hatta ben bile…
Piyasada öyle çok yazı öyle çok yazar vardı ki; bir taraftan onlardan biri olmak isterken, diğer taraftan hepsi birbirine benzeyen yazılar yazmaktan korkuyordum.
Yeryüzünde söylenmemiş bir söz kalmışsa eğer onu yazan olmak istiyordum.
İnsan soyunun ilk tarihinden başlayarak isim verilen her nesnenin, soyut ve somut
anlamlarıyla ifade bulan her sözcüğün bizim göremediğimiz boyutlarda havada uçuştuklarını, sonra rüyalarımıza giren imgeler gibi bize seslendiklerini hayal ediyordum. Hayal değildi bu! Gerçekti.
Her şey defalarca söylenmiş, bir çok kez yok edilmeye çalışılan olgular bile değişik
zamanlarda tekrar, tekrar kaleme alınmıştı.
Kısaca yazma isteğim ne kadar çok artarsa, cesaretim de o ölçüde azalıyordu.
Ben kendimle çeşitli ruh halleri, korkaklık, güvensizlik duygularıyla cebelleşirken,
bir Türk Yazarı çıktı Nobel aldı. Sevdiğim ve okumaktan keyif aldığım yazar
Orhan Pamuk, ödül töreninde “ babamın bavulu” başlığı altında yaptığı konuşmasında; bilmediği, tanımadığı ve hiç tanımayacağı birisine sıkı bir ders vermeği aklına getirmiş midir ?
Babasının bavulunda sakladığı el yazmaları- ki üçüncü şahıslarca okunmasına
değer bulunmamıştır.- gibi yarım kalmış yüzlerce el yazmalarımı birileri çıkıp çöpe atmadan önce çöpe atmalıyım, telaşı ile hala utanmadan yazma gayreti arasında gidip gelirken, masa başında saatler, günler, haftalar ve aylar geçirmeye, ciddi bir
fedakarlığa hazır olup olmadığıma bakmadan maymun iştahım sürekli yeni hikayeler üretmeye devam ediyor. Biri bitmeden, başka bir hikayenin cazibesi öne çıkarak diğerinin tamamlanmasına izin vermiyor.
Kendime hem kızıp, hem de acımakla meşgul iken, aklıma başarısızlar
Ve kaybedenler üzerine; çember sembolünü merkeze alarak, oradan
Çıkamayanlar ve orada dolaşmayı sevenleri, orada ağlamayı seçenleri,
Oradan dışarıda kalanları suçlamayı seçenleri, içerden dışlanmışlar,
Dışardan horlanmışlar arasında gidip gelenleri anlatan öyküler yazmak
Arzusu düştü. Çevrem bu tip insan malzemeleri ile doluyken
Bu konuda zorlanmayacağım da aşikardı. İçeriği mizah dolu bir öykü
Kitabı yazmayı hayal ettim. Sonra birisi yazsa da okusam diye düşündüm.
Arkasından her şeyle dalga geçer göründüğüm halde, hiçbir şeyle dalga
geçemediğimi, mizah kitaplarını okurken pek de zevk almadığımı
Hatırlayarak, daha başlamadan bu malzemeyi, temayı rafa kaldırdım.
Gerçekten hala yazmak istiyor muyum? Ben yazayım, birileri okusun
Derdim var mı? Bu soruların cevabını bile bilmiyorum. Yaşayacağım
Ve göreceğim. Yaparsam ve bitirip en azından benim gibilerin okumaktan
Keyif alabileceği bir şeyler olduğunu görürsem, bu durumun beni mutlu edip etmediğini o zaman anlayacağım. Diyelim, bu günkü ruh halimle bir kitabımın çıkmasının ve okunmasının beni mutlu edeceğini biliyorum. (gerçekte ne hissedeceğimi tahmin edemiyorum.) Peki çok iyi olup olmayacağını kestiremediğim bir şey için bugünden fedakarlık yapmaya, bedel ödemeye hazır mıyım?
Yazmak için her şeyden vazgeçer miyim? Yoksa yapacak hiçbir şeyim
Kalmadığında mı yazıya kaçıyorum, sığınıyorum. Yazı yazmak benim
İçin sığınmak ve kaçış anlamı ifade ediyorsa, yazdığım zamanlar
Yaşayamadığım zamanlarsa “babasının bavuluna” başka gözle yeniden
Bakabilirim. Belki de bavulumda; bir gün tamamlarım, kitap haline getiririm hayaliyle yazılmış bir sürü not, yazı, anı, şiir vs. çıkacağına
Yarısı bitmiş diş macunu, eskimiş diş fırçası, otelden kalmış küçük şampuan çıkmasını da tercih edebilirim. Hatta ille de yazılı bir şeyler çıkacaksa Oda arkadaşına veya sevgiliye yazılmış “ birazdan geliyorum.” “Sahildeyim” notlarının çıkması daha çok hikaye anlatırdı, bavulu sonradan açacak olanlara. Yaşanmış, ertelenmemiş bir hayat hikayesinden daha iyi bir seçeneği ne sunabilir ki insana ?
Yazma isteğimin de, “falanca yazıyor, ne var bunda bende yazarım”
Duygusundan çok, içimde hep bir şeyler anlatmak duygusundan
Kaynaklanması şimdilik en büyük çıkmazım. Başka yazarları okudukça
İçimdeki bir öykünün, hikayenin tamamlandığını hissediyorum. “tamam
Diyorum, yazmış işte.” Ama bazen keyifle okumaya başladığım bir kitabın,
Sonuna doğru, yazarın telaşla – bir an önce kitabı bitirip, dışarıya çıkma
Dürtüsüyle – konuyu aceleye getirerek kitabın lezzetini kaçırdığını düşünerek sinirleniyorum… Sonuna doğru şişirildiğini düşündüğüm her öykü, roman, bana güzel bir ziyafetin ardından iyi pişirilmeden sunulan tatlıyı çağrıştırıyor.
‘Madem yazar olmak gibi bir iddia ile yola çıkmış ve ürününü bana sunmakta sakınca görmemiş, Yarım bırakmamalıydı, diye düşünerek insafsızca yargılarım. İçimdeki Hain ses, ruhsal açlığımı doyurması için yazarı köle yapmaktan utanmaz. Sadece yazsın ister, yazsın…
HAYATIMA YAZILARIYLA, ROMANLARIYLA GİRMİŞ, GÖRÜNMEZ KAHRAMANLARIMA TEŞEKKÜR EDİP YAZMA İNADINDAN VAZGEÇMEK…
(Pamuk’a ve diğerlerine...)
Bencilliğimin ve tembelliğimin boyutlarını anlamaya başladığımda yazarlara olan minnet duygumun arttığını görüyorum.
Hayallerinde yolculuklara çıkıp, hayallerindeki kahramanların hayatlarıyla
Hayat bulan ve bunu bize aktarmak için; tatilde, yolculukta, sıkıldığımızda
Sıkıntımız dağılsın diye, uyurken uykumuza kolay geçiş yapabilelim diye,
Günün stresini atarak, başka hayatlarla teselli bulalım diye, konuşmamız
Daha düzgün, hayatımız biraz daha anlamlı olsun diye okuduğumuz kitapları yaratan ve sebatla yazı yazmayı seçenlere teşekkür etmek istedim.
Çocukluk, gençlik ve yaşlılığa doğru giden yaşamım boyunca bana eşlik eden kitaplara ve yaşamaktan vazgeçerek kitap yazmayı seçenlere teşekkür etmek istiyorum.
Yazmaya karar verene kadar bu eylemin bu kadar zor ve fedakarlık isteyen bir iş olduğunu fark edememişim:
14 yaşımda bağımsızlık savaşı veren kahraman Bambu’yu okuduğumda
- Amerikan sempatizanlığına rağmen- ülkesi ve halkı için direnen bir direnişçiden mücadele etmenin anlamını öğrendiğimi, Yaşıyor musun ?
sorusu ile boğazıma düğümlenen hıçkırıkları, evden, -ille de kız çocuğu olmanın zorunlu kıldığı ev işlerinden- kaçarak derenin kıyısında, kuytu bir köşede gizlice okuduğum; Onuncu Köy’ün benim de gidebileceğim başka köyler olabileceği umudunu verdiğini, 16 yaşımda, İlk ve son defa aldığım edebiyat ödülü armağanı olan Goethe ‘nin kitabını okurken; Werther’in acılarını anlamak için çok fazla beklemem gerekmediğini… ( hain edebiyatçı onca kitap arasında ruhuma en yakın olan kahramanı nasıl keşfetmişti?)
Yıllar sonra, 16 yaşında neler hissettiğimi anlamak için Werther’in başlangıç sayfasını açtığımda; “…..Werther’in ruhuna, karakterine hayranlığınızı, sevginizi, kaderine gözyaşlarınızı esirgememenizdir…
….sen de acılarından teselli bulmaya çalış. Bu küçük kitabı, kendi hatan yüzünden yakın bir kimseyi bulamamışsan, en iyi dostun olarak gör.” cümlesiyle uzun süredir akmayan gözyaşlarımı özgür bırakırken,48 yaşında da hala kitaplardan öteye dostluk kuramadığımı, umutsuz bir vaka olduğumu teyit ettim.
Sefiller’de yoksul insanların adalet ve hukuk karşısındaki savaşlarını, Paris Düşerken’de direnişçilerin faşizme karşı verdiği mücadeleyi, Michaud’un kocaman ve gülümseyen yüzünü, İskenderiye Dörtlüsünde herkesin bir başka yüzü olduğunu, ve daha adını sayamayacağım nice kitap ve yazarlarla sıkıcı ve bazen de dayanılmaz olan hayatımı nasıl renklendirdiğimi, Odesea ‘da insanoğlunun bilinen en büyük trajedisini ama bu trajediden insanlığın hala ders almadığını, sevgi ve özlemin büyüklüğünün geriye dönüş yolculuğunda nasıl güç verdiğini, ihtirasın yok edici gücünü gördüm.
Eğer birileri oturup yazmasaydı, yaşadığım hayata katlanmam bu kadar
kolay olmazdı. Hepinize teşekkür ediyorum. Yazdığınız ve yazdıklarınızı
bizlere – bana- ulaştırdığınız için…
Sayenizde çıldırmadan hayatta kalabildim.
YAZMAYA KALKIŞARAK “BAŞARISIZLIĞIMI” TESCİL Mİ EDEYİM?…
Kolay beğenmeyen, her şeyin tamam olan tarafından önce eksiğini gören,
Negatif biri olarak kendime hiç de torpilli davranmadığımı söylemeliyim.
Bu duygum, başkalarının başarı olarak değerlendirdiği meziyetlerimle,
Kendimden hoşnut bir insan olarak yaşamama yetmiyor.
ELİMDE KALANLA YAŞAMAK ;
“İnsanın olmak istediği gibi olabileceğini sanıyor musunuz?” diyor, M.Selimoviç.
Olmak istediğim insan olmak… Olmak istediğim insan nasıldı? Ne olmak istiyordu? Ne olmak istediğimi hala bilmiyorken, verdiğim mücadelenin kendisi, baştan sona bir arayışı anlatıyor bana. Olmak istediğimi olmadan önce,ne olmak istediğimi bulmak gibi derdim var. Belki de artık ben buyum! deme zamanım gelmiştir. Kendimi görmenin ve anlamanın da…
Yaşamda neyi, nereye kadar yapabileceğimi ve sınırlarımı gördükten sonra, insan olarak kalabilmenin en büyük başarılardan biri olduğunu anladığım bu günlerde; kendime anlamsız yere ne kadar yüklendiğimi, etrafında pervane gibi dolandıklarımın, seçimlerini yaparken, bazen açık, bazen örtülü pragmatizmle nasıl davrandıklarını fark ettim. İnsana, dosta duyulan ve nerdeyse bağımlılığa dönüşen ihtiyaçların giderilmesi için, önce kendimle dost olmanın önemini kavradığımda ise, sınırlarımı zorlamamaya karar verdim.
Sanki, her şeyi söylemiş gibiyim. İçimde biriken, birilerine bir şeyler
anlatma isteğimde kalmadı artık. Zihnim, rüzgarla uçuşan toz zerrecikleri
gibi, zamanı geldiğinde başka bir şeye dönüşmeyi bekliyor.
Yorumlar
Yorum Gönder