Ana içeriğe atla

Şehirleri Şiir ile fethetmek




Şairin Romanı- Murathan Mungan

Okuma yazma bilmeyen insanların bile ezberleyip şiir okuduğu, kahvelerde şiir şölenlerinin düzenlendiği, şiirlerin yarıştığı ve en güzel seçilen şiirin kale direklerine bayrak olarak asıldığı bir yerküreyi anlatmış Murathan Mungan.
Yüzüklerin Efendisi’nde Tolkien, nasıl Orta Dünya olarak adlandırdığı bir yerde; Kötülerin Efendisi’ni Ortadünya’nın en küçük en zayıf türü olarak görülen ve olağanüstü yetenekleri olmayan Hobbitlerin cesaretine teslim ettiği gibi, Şair, Romancı Mungan, Şehirleri şiire teslim ediyor.

İyi şair olamadığı için, eğitimci olmayı seçen Moottah şiirin insana kattığını şu sözlerle çok iyi ifade ediyor. “Hayvanlardan yayılan o olağanüstü kendiliğindenlik, o doğallık duygusu! Bakın hiçbir insan bunu taklit edemez. Hiçbir sanat o kadar doğal olamaz. Yalnızca hayvanlar o kadar saf ve doğaldır, insanoğluysa bir yapımdır. Biz de iyi yapım olmak için elimizden geldiği kadar çok şey öğreniyor, öğretiyoruz, değil mi çocuklar? Bakın hayvanlar yaşamlarına anlam aramazlar, varoluşlarını sorgulamazlar. Bütün bunlar bizim cezamızdır. Hadi cezamızı güzelleştirelim. İnsanı tabiata şiir bağlar. Tabiatı şiirle anlayabilir, kendimizi tabiata ancak şiirle bağışlatabiliriz.”
Şairin Romanı, esrarlı bir şekilde, 50 yaşında ülkesini terk eden büyük şair Bendag’ın  ülkesine geri dönüş serüvenini anlatıyor. Şair artık unutulmuş olacağını sanırken, elli yıl sonra bile şiirlerinin okunduğuna, hala taze kaldığına tanık oluyor. Bir şair başka ne ister ki…
Şiirlerin yarıştığı, hatta şiir yüzünden cinayetlerin işlendiği bir Yerküre…” Bir şair ölürken yerküreyi bulduğundan daha güzel, daha iyi bırakmak zorundadır” diyen şairler…
Romanı okurken, şairle ve her kelimesi şiir olan bir yerkürede yolculuk yapmanın, şiirle insanlaşmanın hazzını yaşadım. 582 sahifeden oluşan roman hiç bitmesin istedim… Şairin yarattığı Yerküre’de kalmak, şiirle sabahlara uyanmak istedim…
“Şair Bendag en tehlikeli yolculuklarda bile hiçbir zaman kesici, delici alet taşımamış, başkasının ölümünden hayat kazanmak istememişti.” Diyen bir romanı okumanın, her tarafımızın küçücük hırslar için bile cinayet işlemeye hazır, zıvanadan çıkmış  insanlarla çevrildiği günümüzde, ruhlarımıza iyi geleceğini düşünüyorum.   Bir şairin, başka bir şaire beğendiği şiir için hediye yolladığı, güzel şiirin peşine düşüldüğü bir yerde; kısa bir kaçamak olarak da olsa,  zamanı ve mekanı unutarak, konaklamak… Şairin Romanı’nda olmak böyle bir şey…
“Çöken uygarlıklardan her zaman iki şey kalır geriye: Şiir ve çömlek. Yerkürenin en eski tanıkları.”
Şair Bendag’ın hayatta olmadığı kanısı yaygınken, O”nun geri döndüğünü ve Anakara’ya ayak bastığını hisseden kahinler… Elli yıl önce işlenmiş ve katili bulunamamış cinayetin aydınlanması… Romanda dosyası hala kapatılmamış bir cinayetin peşinde olan dedektif olsa da, roman polisiye roman değil.  Her kelimesi şiir olan; şiire, doğaya, emeğe adanmış bir roman… Okumayı sevenlerin,  şiir ve fantezi sevenlerin kaçırmaması gereken bir roman; Şairin Romanı.
Oxijen Dergi’nin 5. Sayısında,  Bugüne kadar okuduğum tüm romanların en iyisi; Şairin Romanı ile sizlere veda ederken, Tutku derecesinde sinemayı seven bir kadının “ Kahire’nin Mor Gülü” filmini defalarca izledikten sonra, baş oyuncunun filmden firar etmesiyle başlayan hikayesindeki gibi, Şairin Romanına kaçıp, şiir dolu Yerküre’ye ulaşma hayali kuracağım. 

Veda etmeden önce; hayatıma yazılarıyla, romanlarıyla girmiş, görünmez kahramanlarıma teşekkür etmek istiyorum…
Hayallerinde yolculuklara çıkıp, hayallerindeki kahramanların hayatlarıyla
Hayat bulan ve bunu bize aktarmak için; tatilde, yolculukta, sıkıldığımızda
Sıkıntımız dağılsın diye, uyurken uykumuza kolay geçiş yapabilelim diye,
Günün stresini atarak, başka hayatlarla teselli bulalım diye, konuşmamız
Daha düzgün, hayatımız biraz daha anlamlı olsun diye okuduğumuz kitapları  yaratan ve sebatla yazı yazmayı seçenlere teşekkür etmek istiyorum.
Çocukluk, gençlik ve yaşlılığa doğru giden yaşamım boyunca bana eşlik eden kitaplara ve yaşamaktan vazgeçerek kitap yazmayı seçenlere teşekkür etmek istiyorum. Yazmaya karar verene kadar bu eylemin bu kadar zor ve fedakarlık isteyen bir iş olduğunu fark edememişim.
13 yaşımda, Pearl Buck’ın Bambu romanında;  bağımsızlık savaşı veren kahraman Bambu’nun hikayesi ile- Amerikan sempatizanlığına rağmen- ülkesi ve halkı için direnen bir direnişçiden mücadele etmenin anlamını öğrendiğimi, Yaşıyor musun ? sorusu ile hıçkırıklar boğazıma düğümlenirken, sahici yakınımı kaybetmişçesine üzgün olduğumu,  evden, -ille de kız çocuğu olmanın zorunlu kıldığı ev işlerinden- kaçarak derenin kıyısında, kuytu bir köşede gizlice okuduğum; Onuncu Köy’ün benim de gidebileceğim başka köyler olabileceği umudunu verdiğini, 16 yaşımda, İlk ve son defa aldığım edebiyat ödülü armağanı olan Goethe ‘nin kitabını okurken; Werther’in acılarını anlamak için çok fazla beklemem gerekmediğini… 

Yıllar sonra, 16 yaşında neler hissettiğimi anlamak için Werther’in başlangıç sayfasını açtığımda; “…..Werther’in ruhuna, karakterine hayranlığınızı, sevginizi, kaderine gözyaşlarınızı esirgememenizdir…….sen de acılarından teselli bulmaya çalış. Bu küçük kitabı, kendi hatan yüzünden yakın bir kimseyi bulamamışsan, en iyi dostun olarak gör.” cümlesiyle uzun süredir akmayan gözyaşlarımı özgür bıraktığımı hatırlıyorum.  
Sefiller’de yoksul insanların adalet ve hukuk karşısındaki savaşlarını, Paris Düşerken’de direnişçilerin faşizme karşı verdiği mücadeleyi, Michaud’un kocaman ve gülümseyen yüzünü, İskenderiye Dörtlüsü’nde herkesin bir başka yüzü olduğunu, ve daha adını sayamayacağım nice kitap ve yazarlarla sıkıcı ve bazen de dayanılmaz olan hayatımı nasıl renklendirdiğimi, Homeros’un  Odesea ‘sında insanoğlunun bilinen en büyük trajedisini ama bu trajediden insanlığın hala ders almadığını, sevgi ve özlemin büyüklüğünün geriye dönüş yolculuğunda nasıl güç verdiğini, ihtirasın yok edici gücünü gördüm.     
Eğer birileri oturup yazmasaydı, yaşadığım hayata katlanmam bu kadar
kolay olmazdı. Hepinize teşekkür ediyorum. Yazdığınız ve yazdıklarınızı
bizlere – bana- ulaştırdığınız için… Sayenizde çıldırmadan hayatta kalabildim.


Bizi diğer türlerden ayıran tek şey; Okumaktır. Bunun önemini en iyi ifade eden Kur’an; Oku diye başlar. İnsanın gelişimi ve “insanlaşması” için okumanın önemli olduğunu anlatır insanlığa.

Not : Bu yazım, Düzce, Oxijen Medya Dergisinin Mayıs 2016 sayısında yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Emine Hatun’un Dileği

Emine Hatun, sabah ezanıyla birlikte uyandı, sabah namazını kıldıktan sonra her zamanki işine koyuldu.   Elinde zorlukla taşıdığı belli olan su bidonu ile ayaklarını sürüyerek, sokağın köşesine daha önce koyduğu su kabını doldurdu.   Komşuları,  önceleri su kaplarından şikayet etseler de zaman içerisinde ya alışmışlar, ya da insafa gelmişlerdi. Yüreklerinin bir yerlerinde, yıllardır tuhaf gözüyle baktıkları bu kadının Allah’a kendilerinden daha yakın olduğunu hissediyorlardı. O sabah her zamankinden daha yorgun hissediyordu kendini. Ama yine de iki ay önce doğum yapmış köpeğin yavrularını beslemeliydi.   Annenin sütü yetmiyordu. Komşular söylenmeye başlamışlardı yine.  “Onlara yemek verip, onları buraya sen alıştırıyorsun” diyorlardı.   O’da sıkılarak, “Onları ben getirmedim ki, anne köpek doğum yapacak başka yer bulamamış buraya doğurmuş, yakında belediyeden gelip alacaklar” diye cevap vermesine rağmen, belediyenin barınağında yavruların has...

KARADENİZİN KIYICIĞINDA-RIFAT ILGAZ

“Karadeniz’ in Kıyıcığında”ki   şehir ile tokat gibi yüzleşme Edebiyat sohbetlerinde, ne zaman Akçakoca’nın bahsi geçse, karşılaştığım   ilk soru oydu;   “Sizin oralarda, öğretmenlik yapan Rıfat Ilgaz,   Karadeniz’in Kıyıcığında romanında Akçakoca’yı anlatmış, okudun mu? Okumadım…   Her seferinde, kitapçı   dükkanlarında arayıp, bulduktan sonra, sayfalarını karıştırıp, raftaki yerine koyup, başka kitap alıp çıktım dükkandan… Yıllar sonra tekrar aynı soru çıktı karşıma, daha okumadan bir kitabı mahkum etmiştim sanki.   Kendimi suçlu hissetmeye, zorla da olsa okumaya karar vermiştim ki; yeni gelen Kaymakam Bey’in   de o kitap ile Akçakoca’yı keşfetme yolculuğuna çıktığını görünce, kararımı hızlandırdım. Kitap iki günde bitti… Bitirdiğimde suratıma okkalı bir tokat yemiş gibi oldum.   “Uzak durmamın bir nedeni varmış “ diye düşündüm.   Yazar Rıfat Ilgaz, 1930’lı yıllarda öğretmenlik yapmış buralarda… Dibine vurmuş   y...

MENDRAŞENMENDRA SERİSİNİN 2. KİTABI YOLUN SONU ÇIKTI

  Kurgu roman ve felsefe sever dostlarım, #YOLUNSONU romanımı  @40kitap_  yayınevinden %50 indirimli olarak alabilirsiniz. #kitapsevgisi  #ütopyalargüzeldir  #ütopya  #YOLUNSONU  #mendraşenmendrayayolculuk ÖNSÖZ Hayallerimin peşine takılınca kendimi uzak mı uzak bir galakside buldum. O kadar uzaktı ki, galaksinin adını Mendraşenmendra [N1]   koydum. Sonra insanları oraya göndermek istediğimde Einstein’ın hayalleri yol gösterse de, ışık tayfıyla uçabileceğimi fark ettim. Ama uçmadan önce Dünya’da keşfedilmesi gereken şeyler, atılması gereken adımlar vardı. Bu yüzden hikâyeyi ikiye böldüm.   “Mendraşenmendra’ya Yolculuk” romanımda gençlerin arayışlarını, keşiflerini, yaşamı anlama çabalarını yazarken, içimdeki ses onlara şöyle sesleniyordu: Hadi Gidelim! Timya, kuzeydeki bir ülkeden, kafasındaki binlerce sorunun cevabını bulmak için peşini bırakmayan köpeği Dago ile birlikte yolculuğa çıkarken, Nisa, benzeri nedenlerle batıdan yola çı...